Dr. Öğr. Üyesi. Mehmet Şirin ÇAĞMAR
ORCID: 0000-0001-9962-5278
Şırnak Üniversitesi, Mantık Anabilim Dalı
mcagmar@yahoo.com
ISBN: 978-605-71074-1-1
Yayın Tarihi: 07.05.2024
Doi: 10.5281/zenodo.11125919
1)Dil
a) Dil Nedir?
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan temel araçtır. Bireyin bir bilgiyi, tecrübeyi veya bir duyguyu muhatabı olduğu diğer bir bireye aktarması dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Bu aktarma çoğu zaman karşılıklıdır. Ortak bir fayda esasına dayalı olup herkesin sahip olduğu doğal bir yeti olarak insanlar arasında anlaşmayı uzlaşmayı sağlayan bir araçtır (Günay, 2004, s. 9). Diller bilim, hukuk, siyaset, kültür… vb. alanların her birinde oluşturmuş olduğumuz birikimini sonraki kuşağa taşımamıza yardımcı olmaktadır. Temelde bilimden hukuka, siyasetten kültüre sahip olduğumuz şeylerin hiçbiri sadece belli bir döneme özgü olup sonraki dönemleri aktarılması mümkün olmayan şeyler değildir. İnsanlık olarak bu tür alanlarda olarak oluşturduğumuz tüm bilgilerimizi birikimci bir anlayışla bir sonraki döneme veya kuşağa aktarmaktayız. Örneğin bilimsel bilgi; bizden önce de belli bilimsel ilerlemeler yaşanmış ve bizden sonrasında da bu alandaki ilerlemelere devam edecektir. Dil burada bu alanlardaki geçmişte yaşanan ilerlemelerdeki bilgilerin günümüze taşınmasına ve bunun yanında bizlerin de bunları bir sonraki döneme aktarmamızın imkanını bizlere sağlamaktadır. Dolayısıyla dil biz insanlar arasında doğrudan bir iletişim aracı olurken aynı zamanda tarihsel bir rol oynayarak bir bilginin bir kuşaktan bir başka kuşağa aktarılmasına yardımcı olmaktadır.
b) Dil ve İletişim
Dil olduğunda biz insanların akla gelen ilk şey doğrudan konuşma faaliyeti gelse de çoğu zaman günlük hayatta dil ve iletişim kavramları birbiriyle karıştırılmaktadır. İkisi her ne kadar birbirine yakından ilişkili kavramlar olsa da aralarındaki belli farkı ortaya koymada fayda vardır. İkisi arasındaki farkı bir örnek ile açıklarsak; kimi zaman zihnimizde bir şeyler tasarlayarak o şeyler hakkında belli anlamlar üretip bu anlamları karşıdaki kişi ile paylaşırız. Bu, genel anlamda karşıdakiyle belli bir iletişimde kurduğumuz anlamına gelir. Ancak yaptığımız paylaşımın aktarılmasına geldiğimizde ise bunu da bir dil aracılığı ile gerçekleştiririz.
c) Beden Dili
Diller çoğu zaman yalnızca sese dayalı özelliklerle tanımlanmaktadır. Bu düşünce genel anlamda doğru kabul edilir. Çünkü belli sesler çıkararak bir şeyi dil aracılığıyla karşıdaki kişiyle aktarmak mümkündür. Ancak ses dediğimiz şeye dayalı olmadan da hal, hareket ve tavırlar üzerinden muhatabımız olan kişiyle bir iletişim kurmamız mümkün olabilmektedir. Beden dili olarak ifade edebileceğimiz böylesi bir iletişim biçimi her şeyden önce duyguları belirtir ve çift anlamlılığa sahiptir. Dolayısıyla kendi içerisinde temelde bir belirsizlik taşımaktadır.
2) Dil, Sosyallık ve Kültürel Özellikler
Bir bireyin belli bir konu hakkında kendi yanında bir fikir yürütmesi her şeyden önce refleksiyon diye ifade edebileceğimiz bir düşünüm durumudur. Oysa dilin refleksiyon dediğimiz böyle bir şeyden ayrılan yönü doğrudan muhatabı diyebileceğimiz karşı tarafa aktarılması imkanını bizlere sağlamasıdır. Dil, insanların bir araya gelerek kendi aralarındaki etkileşimi daha kolay ve anlaşılır bir hale getirebilmek için ortaklaşa(together) oluşturdukları, var ettikleri bir şeydir. Bu anlamda dil bütünüyle sosyal bir değere sahiptir. Toplumdaki her türlü bireyin kendisini o toplumun bir parçası olarak kabul ettirmesini sağlayan bir ortaklıkla kendisini var etmektedir.
Genel anlamda dillere baktığımızda her toplumun kendisine ait bağımsız veya birbirine yakın dillere sahip olduğunu görülmektedir. Dillerin birbirine yakın veya ayrılığı çoğu zaman toplumların farklı farklı veya benzer kültürel kodlarına sahip olmasıyla ilgili bir şeydir (Vendryes, 2001, s. 139). Bunu en çok da bir kültüre ait olan bir dilsel ifadenin yalnızca o dili konuşan toplum tarafından anlaşılabilmesi durumlarında rahatlıkla görebilmekteyiz. Bunun sebebi bir dili oluşturan tüm yapıların o topluma has olan kültürel öğelerden etkilenmesi gelmektedir. Bu durumu dillerin hangi yönüyle zengin olduğu tartışmalarda yakından görebiliriz. Tarım toplumlarında tarıma dayalı kavramlar o toplumun kullandığı dilde daha zengin olabilirken endüstri toplumlarında ise endüstriye dayalı kavramların daha çok olduğu ortadadır.
3) Dillerin Kökeni
Dillerin oluşmasında nasıl bir kökene sahip olduğu hakkında üzerinden uzlaşan bir teori bulunamamaktadır. Bu konuda birçok düşünür farklı çerçevelerden bakmışlardır. Her bir teori bu konuda bir diğerinden bağımsız olarak dillerin ilk aşamadaki oluşumunu farklı bir şeye dayandırıp tüm bir dilsel esası o dayanak üzerinden anlamaya ve kavramaya çalışmışlardır. Bunların önemli olanlarının üzerinde durmak dili oluşumundaki arkaplanı anlama açısından oldukça dikkat çekici olacaktır.
Spekülatif teorinin dilin kökeni hakkındaki fikirleri önemli olmuştur. Bu teori 19. Yy’a dayanmaktadır. O dönem dil ile ilgili birçok önemli çalışmalar yapılmıştır. Bunların en önemlileri ise dilin kökeni ile ilgili olmuştur. 19. Yy. her şeyden önce bilimlerin birbirinden ayrıştığı yüzyıl olmuştur (Altınörs, 2003, s. 105). Bu ayrışma doğrudan dilin kökeni ile ilgili fikirlere de yansımıştır. Spekülatif teori dili bilim öncesi açıklamalarla temellendirmeye çalışmıştır. W. Oehl gibi kişiler tarafından savunulan bu teoriye göre doğada birçok yansıma sesler vardır. Bunlar şırıl şırıl, püfür püfür, çınlamak, vızıldamak…vb. seslerdir. Yansıma diye ifade ettiğimiz bu sesler spekülatif teorisyenlere göre dillerin kökenini oluşturmaktadır (Altınörs 2003, s. 105).
Diller onlara göre ilk başta doğadaki doğal yansıma seslerden hareket etmiştir. Bu yansıma seslerin her biri hangi eylemi veya neyi yansıtıyorsa insanlar dilsel bir şey olarak o şey ile özdeşleştirmiştir. Tüm bunlar insanlar arasında belli bir iletişimi sağlayacak düzeye geldiğinde ise spekülatif teorisyenlere göre artık dillerin ortaya çıkması mümkün bir hale gelmiştir.
Antropolojik teoriye geldiğimizde ise dilin kökeni hakkında farklı bir açıklamaya girişildiği görülmektedir. E. Cassirer ve Humbold’ın başını çektiği bu teoriye göre dilleri oluşumu kültüre bağlıdır. Doğrudan Cassirer ile başlarsak ona göre insanlık üç aşamadan geçmiştir. Bunlar Mimik evresi, Analojik evre ve Sembolik evredir. Dilin oluşumu bu evrelerden semboliğe denk gelmektedir. Cassirer’e göre bu dönemde sembolik ifadeler kullanılır. Sembolik ifadeler insanların soyutlamalarıdır. Bu soyutlamalar dilleri oluşturmuştur (Cassirer, 2011). Humbold’a gore ise dili bir milleti dünya görüşüyle açıklar. Bir milletin dünyayı anlamlandırmasıdır. Dili oluşturan o milletin kültür dünyasıdır, anlama biçimidir (Akarsu 1998, s. 89). Dil, kültürün temel taşıdır. Bu yüzden dilin oluşumu, değişimi tamamıyla dünyayı anlama ve kavrama penceresidir (Humboldt, 1999).
Ampirist teori ise dili deneyimin bir parçası olarak görmüştür. Bu teorinin en önemli düşünürlerinden olan Locke’a göre bir insan doğduğunda zihni bir tabula yasadır(boş levha). Bu durum dil açısından ilk başta zihinde dili oluşturan herhangi bir sözcüğün veya bir şeyleri temsil eden bir ideanın olmaması anlamına gelmektedir. Ancak Locke’a göre insanların bir tabula rasa durumu onların bir şeyleri öğrenmesi deneyim ile mümkün olmuştur. Bu durum dil için doğrudan geçerliğidir. Zira Locke’un ifade ettiği haliyle deneyim ile birlikte belli kavramlar ve ideler ederiz. Elde ettiğimiz bu şeyler en nihayetinde soyut ve tümel sözcüklerin kaynağını oluşturarak insanlar için bir konuşma diline dönüşmüştür (Locke, 2004).
Rasyonalist teoriye göre dilin oluşumu deneyimin ötesindedir. Ünlü lingüistik uzmanı Chomsky’ye göre insanlar dünyaya geldiğinde zihninde “evrensel gramer” şemasıyla birlikte gelir. Evrensel şema insan zihninin evrensel dili algılama kapasitesi demektir. Buna göre biz dünyaya gelirken evrensel dil iskelesine zaten sahibiz. Bu evrensel dil iskelesi bizim dilleri anlayabilmemizi sağlamaktadır. Bu sayede de yeryüzündeki birbirinden farklı çeşitli dilleri anlayıp konuşabilme imkanını elde ederiz (Chomsky, 2006).
Anahtar Kelimeler: Aktarım, İletişim, Beden dili, Sosyallik, Yansıma, Sembolik Evre, Kültür, İdeler, Evrensel Gramer.
Kaynakça
Atakan, A. ( 2003 ). Dil Felsefesine Giriş, İstanbul: İnkılâp Yayınları
Bedia, A. (1998). Dil-Kültür Bağlantısı, İstabul: İnkılâp Yayınları
Cassirer, E. (2011). Sembol Kavramının Doğası, Ankara: Hece Yayınevi
Chomsky, N. (2002). Language and Mind, Cambridge: Cambridge University Press
Chomsky, N. (2006). On Nature and Language, Cambridge: Cambridge University Press
Günay, D (2004). Dil ve İletişim, İstanbul: Multilingual Yayınevi
Humboldt, W. von (1999). On Language, On the Diversity of Human Language Construction and its Influence on the Mental Development of the Human Species, Cambridge: Cambridge University Press
Locke, J(2004). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Kabalcı Yayınevi
Vendryes, J. V. (2001). Dil ve Düşünce, Çev. B. Vardar, İstanbul: Multilingual Yayınevi