Doç. Dr. Gökhan GÜLTEKİN
ORCID: 0000-0002-7928-3829
Aksaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
cinegultekin@gmail.com
ISBN: 978-605-71074-1-1  
Yayın Tarihi: 23.10.2023
Doi: 10.5281/zenodo.10035190

Sinemada estetik, sinema dilini oluşturan; öykü, zaman, mekân, karakter, ışık, renk, ses, müzik, kamera ve kurgu kullanımıyla ilişkilidir ve her filmin kendine özgü estetik bir yapısı bulunduğunu düşünmek gerekir.

Sanatın ve bir sanat dalı olarak sinemanın temel kavramlarından biri olan ‘estetik’, etimolojik köken olarak ‘duyum’ veya ‘algı’ anlamına gelen Yunanca ‘aisthesis’ sözcü­ğüne bağlıdır. İlk kertede estetik, duyularla algılanan ‘güzel’i ele alır. Dolayısıyla güzel fikrini çözümlemek, güzeli oluşturan gizli sırları açığa çıkarmak ve insana haz veren biçimlerin yaratılmasına esas teşkil edebilecek yöntem ile formülleri belirlemek felsefenin bir kolu olarak gelişen estetiğin kapsamı içerisinde yer alır (Yurtsever, 2008, s. 5).

Estetiğin temele aldığı ‘güzel’ üzerine ilk tartışmalar Platon ve Aristoteles tarafından gerçekleştirilmiş ve yüzyıllar boyunca güzelin nesnel bir doğası olduğu düşünülmüştür. 17. yüzyıla gelindiğinde, John Locke aracılığıyla ilk defa güzelin nesnel olduğu kadar öznel bir yapısı bulunduğu görüşü de tartışılmaya başlamıştır. Böylece özne (süje) ile nesne (obje) arasındaki etkileşim sonucunda ortaya çıkan estetik yargının temeli atılmış; güzelin belirlenmesinde hem nesnenin özelliklerinin hem de öznenin duygularının önemli olduğu anlaşılmıştır (Tekel, 2015, s. 150). Kavram, sanat eserinden alınan duyumun anlaşılacağı bir etiket olarak ise ilk defa 1735’te Alexander G. Baumgarten tarafından kullanılmış; Immanuel Kant ve G. W. Friedrich Hegel aracılığıyla felsefenin temel konuları arasına dâhil olmuştur (Alioğlu, 2011, s. 114).

Çağımızda estetiğe yön veren üç büyük eğilimden söz edilebilir. İlki, doğada ve sanatta biçimlerin evrimini ortaya koyar ve klasik felsefelerin, güzelin özünü tanımlamaya çalışan birleştirici kaygısını paylaşır. İkincisi, izleyicinin zevk, beğeni yargısı, sanatsal yaratı ve estetik hazzın belirlenmişliği ya da belirlenmemişliği gibi sorunlarla yani estetik fenomenolojiyle, yaratmanın estetiğiyle, ekonomiye ilişkin estetikle uğraşır. Üçüncüsü ise deneysel estetik, sanat psikoanalizi, sanat toplumbilimi, yazın ya da resim göstergebilimi, endüstri estetiği gibi pek çok yaklaşımı kapsar (Bozkurt, 2013, s. 40). Görüldüğü üzere estetik; ontoloji, ahlak, tarih, epistemoloji gibi pek çok alanda yalnızca sanattaki güzeli değil genel manasıyla güzeli açığa çıkarmak amacıyla kullanılmıştır. Bununla birlikte, bir sanat dalı olan sinemadan söz ederken konunun eksenini sanatın sınırları içeresinde tutmak gerekmektedir.

Sanat ile estetik arasındaki ilişkiye odaklananlar, insanların sanatsal ürünlere ya da etkinliklere duyumları sonucunda “güzel” ve “çirkin” gibi yorumlar yaparken kullandıkları ön­cüllerin izini sürer (Becker, 2013, s. 174). Dolayısıyla bir şeyin güzel ya da daha güzel olduğuna dair zihni yönlendiren bazı ölçütler bulunduğu söylenebilir (Freeland, 2008, s. 23-26). Öte yandan Descartes’ın da belirttiği gibi, her zaman bi­reysel; herkesin bilinçaltına, deneyimlerine, kültürüne vs. göre değişebilen bir beğeni yargısı olduğu da unutulmamalıdır (Jimenez, 2008, s. 40-41). Öyleyse, sanatın güzelinin belirli ölçütlerle ortaya koyulabilir olduğu; fakat mutlak ve tüm insanlar tarafından beğenilen bir sanat eserinden bahsetmenin mümkün gözükmediği düşünülmelidir. Nitekim bir sanat dalı olarak sinema için de aynı görüş hâkimdir. En temelde sinema, gerçeklikten topladığı malzemeleri kullanarak estetik objeler oluşturabilme becerisine sahip olsa da her filmin, bütün seyirciler tarafından, aynı yoğunlukta bir beğeni duygusu uyandırması olası değildir.

İnsanlar, sanatın nesnesi konumumdaki eserlere yönelik olarak iyi, çirkin, güzel, kötü vs. şeklinde değerler atfe­der. Bunu yaparken de eserin nasıl sunulduğundan faydalanırlar. Nitekim Marin’in (2013, s. 32) de vurguladığı gibi, bir şeyin güzel oluşuna dair yargıya varmak için ölçü, norm ya da hakeme ihtiyaç vardır. Bir sanat dalı olarak sinema filmlerine dair çeşitli yargılara varmak için de aynı durum geçerlidir. Sinemada alımlayıcı konumundaki seyirci, izlediği filmle ilgili herhangi bir yargı ortaya koyabilmek adına, filmdeki ‘öykü’, ‘zaman’, ‘mekân’, ‘karakter (oyunculuğu da kapsayacak şekilde)’, ‘ışık’, ‘renk’, ‘ses’, ‘müzik’, ‘kurgu’ ve ‘kamera’ kullanımına dikkat eder ya da en azından etmek durumunda kalır. Bu ögeler, sinemanın tarihi boyunca uzlaşımlara dönüşmüştür. Top­çu (2010, s. 131), bu uzlaşımsal ögelerin paradigma oluşturan kodlar olarak düşünülebileceğine ve zamanla değişebileceğine vurgu ya­par. Zaten sinemanın bir dil olmasını ve estetiğin alanına dahil edilebilmesini sağlayan durum da kodların zaman içerisindeki değişimiyle ilişkilidir. Nitekim sinema tarihinin ilk filmlerinde kurgu, renk, ses, oyunculuk, öykü olmadığı gibi kamerayla ilişkili olarak; çekim ölçekleri, kamera hareketleri veya alan derinliğinden bahsetmek de oldukça zordur. Zaman içerisinde tüm bu kodlar, alt kodlarıyla birlikte sinemaya eklemlenerek sinemada estetiğin ortaya çıkmasını ve ilerleyen yıllar boyunca yoğunlaştırılmasını sağlamıştır. Öte yandan kodların, çeşitli alt kodları da bünyesinde barındırdığını ve ancak altkodları da göz önüne alarak sinemada estetikten bahsedilebileceğini söylemek gerekir. Örneğin bir kod olarak kurgu; kesme, zincirleme, bindirme, silinme, hızlandırılmış/yavaşlatılmış görüntü vs. şeklindeki çeşitli alt kodların bütününden oluşur. Benzer şekilde, kamera kodu da kamera hareketleri (pan, tilt, ark, zoom-in/out vs.), çekim ölçekleri (uzak, yakın, ayrıntı çekim vs.), kameranın bakış açısı (alt açı, üst açı, göz hizası açısı) gibi alt kodlarla anılır. Her bir kodun hangi alt kod(lar)la, nasıl ve ne sıklıkta kullanıldığı ise seyircinin güzel veya çirkin gibi estetik yargılarda bulunmasını sağlamaktadır. Yönetmenin tüm bu ögeler üzerindeki tercihleriyle oluşturduğu filmde, Rotha ve Griffith’in (2001, s. 22) de vurguladığı gibi, asıl zaman ve mekân sinemasal zaman ve mekâna; gerçeklik ise sinemasal ger­çekliğe dönüşür, aşılır. Yönetmenin gerçekliği bir şekilde soyutlaması; bazı alanları kadrajın dışında bırakması, hangi objeleri ne şekilde sunacağına karar vererek çekimi gerçekleştirmesi veya çekimin gerçekleştirilmesine aracı olması sinemada estetik yaratımın ilk adımı olacaktır. Onun kendine has üslubuyla tamamladığı filmi izleyen seyircinin kendi duyuları sonucunda filme yönelik verdiği tepki ise sinema estetiğinin ikinci adımını oluşturur. Neticede yönetmen hangi kodu/altkodu, ne şekilde kullanırsa kullansın, herhangi bir şeyin sinemanın alanına dâhil edilmesinde çekim aşamasından itibaren estetik bir tavır olduğu söylenmelidir. Filmin ne kadar güzel veya çirkin olduğu yargısı ise öznel şekilde seyirciye aittir. Seyirci, duyularla algıladığı dünyanın gerçekliğinden çok farklı, bir şekilde dönüştürülmüş, yeniden üretilmiş sinematik bir dünyanın gerçeklerini duyumsar, bu yeni gerçeklikten hoşlanır veya hoşlanmaz. 

Anahtar Kelimeler: Sinema, Estetik, Sanat

Kaynakça

Alioğlu, N. (2011). Yeni Medya Sanatı ve Estetiği. İstanbul: Papatya Yayıncılık.

Becker, S. H. (2013). Sanat Dünyaları. (E. Yılmaz, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Bozkurt, N. (2013). Sanat ve Estetik Kuramları. Bursa: Sentez Yayıncılık.

Freeland, C. (2008). Sanat Kuramı. (F. Demir, Çev.). Ankara: Dost.

Hegel, G.W.F. (2011). Estetiğe Giriş. (A. Yardımlı, Çev.). İstanbul: İdea Yayınları.

Jimenez, M. (2008). Estetik Nedir? (A. Karaçoban, Çev.). İstanbul: Doruk Yayımcılık.

Marin, L. (2013). İmgenin İktidarları. (M. Cedden, Çev.). Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Rotha, P. ve Griffith, R. (2001). Sinema Yazıları. (A. Ovatman, Çev.). İstanbul: İzdüşüm.

Tekel, A. (2015). Estetik Yargı ve Estetik Yargıyı Etkileyen Faktörler. Sanat ve Tasarım Dergisi, 16, 149-157.

Topçu, Y. G. (2010). Hollywood Biçeminin İzinde. S. Büker ve Y. G. Topçu (Ed.). Sinema:

Tarih, Kuram, Eleştiri (içinde). (130-136). İstanbul: Kırmızı Kedi.

Yurtsever, H. (2008). Uygulamalı Estetik. Ankara: Art Basın Yayın.