Doç. Dr. Gökhan GÜLTEKİN
ORCID: 0000-0002-7928-3829
Aksaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
cinegultekin@gmail.com
ISBN: 978-605-71074-1-1  
Yayın Tarihi: 23.10.2023
Doi: 10.5281/zenodo.10034912

Ünlü Fransız düşünür Jean Baudrillard tarafından ortaya koyulan kavramdır. Kavram özellikle iletişim araçlarının gelişim gösterdiği 1960 sonrasını tanımlarken ve kitle iletişim araçlarında sunulan kurgusal gerçeklerin, gerçeğin yerine geçmesine vurgu yapmak üzere kullanılır. “Baudrillard, medya egemenliğindeki bir cağda anlamın, TV programlarında olduğu gibi, imajların akışıyla yaratıldığını söyler” (Giddens, 2012, s. 153). Hipergerçeklik, en temel şekilde, temsil etmesi gereken şeyin değiştirilmiş bir görüntüsüne veya gerçekte var olmayan bir şeyin kopyasına atıfta bulunur. Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon adlı eserinde “köken veya gerçeklikten yoksun gerçeğin, modeller aracılığıyla yeniden üretilmesi” durumunu “hipergerçek(lik)” olarak kavramsallaştırır (Baudrillard, 2011b, s. 14). Postmodern dünyada gerçek(lik), gerçekten daha gerçek görünen, yani hipergerçeklik yararına ortadan kaybolmaktadır. Bu duruma “simülasyon” demek de mümkündür (Baudrillard, 2011c, s. 12). Hipergerçeklik, göstergebilimde ve postmodern felsefede, özellikle teknolojik olarak gelişmiş postmodern toplumlarda, bilincin gerçekliği, gerçekliğin simülasyonundan ayırt edememesini tanımlamak için başvurulan bir terimdir. Hipergerçeklik, gerçek olanla kurgu olanın kusursuz bir şekilde harmanlandığı, böylece birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığı arasında net bir ayrımın olmadığı bir durum olarak görülür. Fiziksel gerçekliğin sanal gerçeklikle (VR) ve insan zekâsının yapay zekayla (AI) karıştırılmasına olanak tanır. Bireyler kendilerini farklı nedenlerle, hipergerçek dünyayla daha fazla veya fiziksel gerçek dünyayla daha az uyum içinde bulabilirler.

Gerçeklik, var olan şeylerin tümü, olanağın karşıtı veya bilimsel verilerle nesnel olarak ortaya koyulan her şeydir (Akarsu, 1975, s. 79). Platon’un “düşünce” anlayışından beri tek gerçek idealar dünyasındadır. Yani gözle görülüp elle tutulan bir masa sadece görüntüdür, masanın asıl gerçekliği insan düşüncesindeki ideasıdır ve nitekim masa, düşüncedeki idealar ölçüsünde yapılır. Dolayısıyla masanın nesnel gerçekliği ortadan kalksa da masa ideası kalıcıdır. Bu yüzden nesne geçici bir görüntü, idea ise sapasağlam bir gerçekliktir (Hançerlioğlu, 1989, s. 74-75). Baudrillard’ın düşüncesinin temelindeki simülasyona gelince, gerçek simüle edilir; gerçek veya gerçek dışı değil, gerçekten daha gerçek olanın semiyotik etkisi yani hipergerçeklik üretilir (Pawlett, 2007, s. 71). Bir şeyi simüle etmek ise Baudrillard’a göre, ‘-mış gibi’ yapmaktan çok farklı bir durumdur. Baudrillard (2011b, s. 16), hastaymış gibi yapan birisinin insanları hasta olduğuna inandırmaya çalıştığını, oysa hastalığı simüle eden kişinin bizzat o hastalığın semptomlarını gösterdiğini söyler. Dolayısıyla gerçekliğe zarar veren ‘-mış gibi’ yapmak değil gerçeği simüle etmektir. Artık Berger’in o meşhur “görme biçimleri”nin Baudrillard için geçersiz kaldığı düşünülebilir. Nitekim Baudrillard için “şeyleri anlamak üzere en yüksek duyumu sağlayan tek bir görme biçimi vardır; kendinden geçmenin ya da simülasyonun tamamen denetim altına alınmış biçimi” (Baudrillard, 2014, s. 27-34).

Baudrillard, hipergerçekliği geleneksel bir toplumun ötesinde, göstergelerin üretilip tüketildiği modern Batı toplumları üzerinden değerlendirir ve kitlelerin, iletişim araçlarıyla aktarılan gerçekliklere göre anlamlandırma yapma eğilimlerini tartışmak üzere bu kavramı kullanır. Gerçeği temsil eden hipergerçeğin, aslında gerçekle bağı yoktur. Kavramla eş anlamlı olarak düşündüğü simülasyonu da Baudrillard, günümüzde sıkça karşılaşılan “uçuş simülatörü” gibi teknolojik bir terim olarak düşünmez. Onun hipergerçekliği veya simülasyonu, bu tip teknolojik alandaki anlamından ziyade, daha çok toplumsal, kültürel, politik ve ekonomik alanı kapsamaktadır (Adanır, 2008, s. 20).

Hipergerçeklik, “kullanım değeri” ve “değişim değeri” olgularından “gösterge-değer” olgusuna geçiştir. Eşyanın kullanılmasıyla ortaya çıkan kullanım değeri, eşyanın ticari bir meta olarak alınıp-satılır hâle dönüştüğü Sanayi Devrimi sonrasından itibaren değişim değeriyle anılır olmuştur (Erdem, 2017, s. 35). Hipergerçekliğin hâkim olduğu postmodern dönemde ise gösterge değeri, bir eşyanın kullanım veya değişim değerinden çok daha önemli hâle gelmiştir. Artık eşyanın kendinden ziyade imgesinin, temsilinin, temsil ettiği gücün veya statünün satılması esastır. Gerek geleneksel medya gerekse yeni medya üzerinden sunulan milyonlarca imge aracılığıyla sürekli tüketmeye yönelik bir arzu üretilir. Yapısı gereği doyurulamayan arzu, insanları sürekli bir tüketimle geçici hazların peşine sürükler. Baudrillard (2005), bu temel kitlesel eylemin altyapısının özellikle 1929’daki Büyük Buhran döneminde atıldığını aktarır. Bu kriz, kapitalizmi üretimden çok daha fazla tüketime entegre bir sistem olarak yeniden düzenlerken, sistemin devamı için sürekli yeni arzuların peşinden koşması gereken kitleye ihtiyaç olmuştur. Postmodern birey ile tüketim kültürü arasındaki bu ilişkiyi Baudrillard gerçeklikten hipergerçekliğe geçiş süreci çerçevesinde inceleyerek simülasyon kuramını ortaya koymuştur. Ona göre her şey bir simülasyona dönüşmüştür ve simülasyonlar tüketim toplumunun bir parçasıdır. Baudrillard, kapitalizmin tüketim toplumunun ortaya çıkmasına neden olması ile postmodern bireyin mecburen bu döngünün içinde kaldığını vurgular (Gültekin ve Aşkın, 2020, s. 569).

Gerçeğin yerini hipergerçeğe bıraktığı dünyada insanı hayvandan, nesne olmaktan özne olmaya eviren “gerçeklik ilkesi” ihmal edilmiş ve “haz ilkesi” temel öncelik hâline getirilmiştir. Haz ilkesi, Freud tarafından bilinçsiz davranışları vurgulamak üzere kullanılmıştır. Freud’a göre insan, haz ilkesini terk edip gerçeklik ilkesine geçerek hayvandan uzaklaşır, insanlaşır. Bu sebepten, haz ilkesindeki anlık doygunluk arayışı, gerçeklik ilkesinde kendini doygunluğun ertelenmesine bırakır. Haz ilkesinde eğlencenin peşine düşen insan, gerçeklik ilkesine göre çalışmaya yönelir (Hançerlioğlu, 1989, s. 135). Doygunluğun ertelenmesi, insanları Freud’un “yüceltme” olarak tanımladığı eylemlere; örneğin sanat gibi daha yüce bir faaliyete yönlendirirken, haz ilkesinin benimsenmesiyle insan doğayla, sanatla ve doğrudan gerçeklikle bağını koparmaktadır. Artık ne temel kural ne de yargı ölçütü vardır. Dahası Baudrillard (2006, s. 120), “her şey gerçektir” gibi bir söylemin insanlarca onaylandığını; ancak “her şey bir simülasyondur, sizin yaşadığınız gerçeklikler sadece üretilen gerçekliklerdir” denildiğindeyse insanların alay edeceğini belirtir.

Baudrillard, özellikle Körfez Savaşı ve Disneyland üzerinden hipergerçekliğe yönelik örneklendirmeler yapar. Körfez Savaşı’nın asla kendinden önceki savaşlar gibi olmadığını, televizyon aracılığıyla hiç var olmayan gerçeklerin varmış gibi sunularak insanların belirli anlamlara yönlendirildiğini vurgular. Dahası, bu savaş, ABD Başkanı George Bush ve Irak eski Başkanı Saddam Hüseyin’in de neler olup bittiğini CNN izleyerek öğrendiği bir televizyon gösterisiydi (Giddens, 2012, s. 648-649). Sadece onlar değil, milyonlarca insan da savaşı televizyon karşısına geçerek tıpkı bir film gibi izlemiş, savaşın gerçekliği buharlaşarak yerini hipergerçekliğe bırakmıştır (Baudrillard, 2005, s. 73). Disneyland da Baudrillard’a göre bir illüzyondur. Disneyland’ı çekici kılan, Amerika’nın minyatür bir temsili olması ve temel işlevinin insanlara haz sağlamasıdır. Bu hiperuzam evren, gerçeğin gerçeğe benzemediğini gizler. Bu uzam, gerçeği eğlence odaklı bir yeniden üretimle insanlara sunar.

Hipergerçekliğe imge-gerçeklik arasındaki ilişkinin kopmasıyla geçilir. İmgeler gerçeği yansıtır, üretir, yeniden üretir ve değiştirebilir. Hipergerçek açısından özellikle imgenin var olan değil, var olmayan bir gerçeği üretmesi hatta o gerçeği aşması, gerçeğin yokluğunu gizlemesi, üst bir gerçeğe veya gerçekliğe ulaşması gerekir. Nitekim Baudrillard’ın (2012, s. 23) belirttiği gibi, gerçeklikten kurtularak ancak bir hipergerçekliğe ulaşılabilir. Böylece herhangi bir şeyin gerçekliği de sorgulanamaz hâle gelir. Bu yüzden Baudrillard (2011b, s. 20), hipergerçekliği tartışırken özellikle imgeye özgü aşamalara dikkat çeker. Nitekim imge, ilk aşamada “gerçekliğin yansıması” olarak bir ayin görevi görürken; ikinci aşamada “gerçekliği değiştirme ve gizleme” yeteneğine ulaşır. Üçüncü aşamada imge, bu defa “gerçekliğin yokluğunu gizleme” eğilimindedir. Son aşama ise imgenin sadece bir “görünüm” olarak değerlendirilemeyeceği simülasyon aşamasıdır. Bu aşamada imge, gerçeklikle bağını tamamen koparır ve kendi kendinin saf simülakrı hâline gelir. Artık gerçek ve simulakr arasında ayrım yapmak zorlaşmaktadır. Gerçek, yeniden üretildiği biçiminden (simulakr) ayırt edilemiyorsa, herhangi bir imgenin gerçek olarak sunulması da artık olağandır (Pezzella, 2006, s. 29). Dolayısıyla imgeler gerçek olmasalar da gösterdiklerinden çok daha gerçek gibi algılanır olmuştur (Berger, 2012, s. 10). Bu bir gerçeklik yanılsamasıdır ve hipergerçek(lik)tir.

Her imgenin, gerçeklikten bir şeyler aldığını; ancak bu durumun cazibesine kapılmamak gerektiğini düşünen Baudrillard’a (2010a, s. 35-37) göre, günümüzde gerçek(lik) kaybolmakla kalmamış gerçeğin varlığına ilişkin sorular da anlamını yitirmiştir. Artık günümüz simülasyon dünyasında imgenin temel işlevi, gerçekliği öldürmek ve üstüne toprak atmaktan başka bir şey değildir. İmge, gerçeğin aynası olmaktan çıkarak gerçeği hipergerçeğe dönüştürmüştür. Gerçeği yansıtamaz; çünkü kendi gerçektir. İmge artık sanal bir gerçektir, hipergerçektir, simülasyondur. Artık gerçek yeniden üretilebilir bir olguya evrilmiştir. Hatta Baudrillard (2011a, s. 131-134) için bilinen gerçek, zaten çoktandır yeniden üretilerek ‘hipergerçeğe’ dönüşmüştür. Rancière (2013, s. 27), görünüşler hükümdarlığında sıkışan günümüz insanının savunabileceği bir gerçek(lik) kalmadığını söyleyerek Baudrillard’ı dolaylı olarak destekler. Dahası, ‘imge-yoğun’, ‘söylem-yoğun’ ve ‘ses-yoğun’ olarak şekillenen bugünün dünyası, Deleuze’ün (1997, s. 256) de dediği gibi, kopyaların veya taklitlerin tamamen ortadan kalktığı, simülakrların ise kendi hükümdarlığını ilan ettiği bir dünyadır. Böyle bir dünyada gerçek, minyatürleşmiş hücreler, matrisler, bellekler ya da komutlar ile sonsuz defa yeniden üretilir. Rasyonel gerçek, yerini işlemsel gerçeğe bırakmıştır. Artık sentetik şekilde üretilen ve modern insanı bir simülasyon çağına yerleştiren hipergerçek(lik) bulunmaktadır (Baudrillard, 2011b, s. 15).

Hipergerçeklik ile “simülakr” kavramı arasındaki ilişki önemlidir. Baudrillard, hipergerçekliği açıklarken kullandığı simülakrı, “gerçeklik olarak algılanmak isteyen veya algılanması beklenen görünüm” olarak tanımlar. Simülakr, uzlaşımsal olarak ortaya çıkan göstergelerin zaman içerisindeki değişimiyle oluşmuştur. Baudrillard, özellikle Rönesans döneminden itibaren simülakr düzeninde çeşitli değişimler olduğunu vurgulayarak, üç simülakr aşamasından bahseder (2011a, s. 87):

I- Rönesans’tan Sanayi Devrimine kadarki klasik dönemde “biçim kopyalama”

II- Sanayileşme döneminde egemen olan “biçim üretimi”

III- Kodlarla belirlenen teknolojiye geçilen dönemde ise “simülasyon”

Baudrillard’a göre sanayi devrimine kadarki süreçte simülakr “doğal değer yasası”, sanayileşmeden sonra “ticari değer yasası” ve postmodern dönemde ise “yapısal değer yasası” tarafından belirlenmiştir. İlk aşamada simülakrlar gerçeğin bir kopyası olarak beliren sanat eserleriyle ilişkilendirilir. Bu dönemde sanat eserlerindeki temsiller şeklinde beliren simülakrlar, gerçeğin taklidi görevini görür ve doğanın kopyası olarak sunulur (Gane, 2008, s. 37). Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan üretimin serileştirilmesi, simülakrların da seri olarak üretilmesine fırsat vermiştir. Simülakrların bu ikinci döneminde, imge ile gerçeklik arasındaki ilişki devam etmektedir. Kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazandığı döneme denk gelen ve Baudrillard’ın “simülasyon çağı” olarak nitelendirdiği, simülakrların üçüncü aşamasında ise artık imge ile gerçekliğin bağı kopmuş; imge gerçekliği aşmış, onun ötesine geçmiştir. İmge gerçeği yansıtmaz, bizzat onu yeniden üretir. İmgelem yetisi kaybolan insan, düş kurmayı bırakarak kendisine sunulan düşselliğin gerçekliğine kapılır, ona inanır. Artık insanın ürettiği bir imge ve temsil döneminden, insanın gerçekliğini yani bizzat insanı üreten imge ve temsil dönemine geçilmiştir. Dahası, Baudrillard’ın (2011b, s. 15) belirttiği şekliyle simülakr, bu dönemde gerçekliği değil gerçekliğin yokluğunu gizlemektedir.

İnsanlar arasındaki iletişimde etkin hâle gelen internet teknolojilerindeki gelişmeler karşısında Baudrillard, simülakrın aşamalarının tamamlanmadığını ve yeni bir aşamaya geçildiğini düşünmüştür. Şeytana Satılan Ruh adlı eserinde Baudrillard (2005, s. 13), “Bütünsel Gerçeklik” olarak da adlandırdığı simülakrın dördüncü aşamasında artık bütün dünyanın sınırlandırılamaz bir işlemsel ve sanal gerçekliğin içerisine düştüğünü vurgular. Bu yeni aşama, Toffoletti’nin (2014, s. 37) aktardığı şekliyle, virüs gibi hızla yayılan imgeler ve/veya temsillerle doludur. İmgeye eklenen her yeni boyut öncekileri geçersiz kılmıştır. Sanal, sayısal ve bütünsel gerçeklik olarak nitelendirilebilecek bu son aşama, simülakrın diğer boyutlarını ortadan kaldırmıştır (Baudrillard, 2012, s. 93). Baudrillard, bu yeni boyutu “ultra gerçeklik” olarak da adlandırır (Baudrillard, 2005, s. 2). Bu distopik aşamadan çıkış yoktur. Baudrillard’a göre artık insan kendi sonunu hazırlamış, “tarihin sonu” denilen döneme gelinmiştir. İnsan, toplumun öznesi değil kitlenin nesnesidir ve Baudrillard’ın dediği gibi, “kitlelerin ne geçmişte ne de gelecekte yazabilecekleri bir tarihleri yoktur” (1991, s. 8). İnsan, simüle edilmiş bir evrende kendi yapay varlığını sürdürmekten fazlasını yapamamaktadır (Baudrillard, 2014, s. 120). Artık toplum yerine gerçeklik ilkesini kaybetmiş kitleden bahsetmek gerekmektedir. Kitle denen bu sosyolojik yapının ne bir gerçekliği ne de gerçekliği arama gibi bir kaygısı vardır (Baudrillard, 1991, s. 35). Artık insan inşa eden, dönüştüren bir özne olmaktan ziyade, inşa edilen bir nesne edilgenliğindeki “simülasyon canlısı”dır.

Anahtar Kelimeler: Hipergerçek(lik), Baudrillard, Gerçeklik, Simülakr, Simülasyon

Kaynakça

Adanır, O. (2008). Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler. İstanbul: Hayalet.

Akarsu, B. (1975). Felsefe Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Baudrillard, J. (1991). Sessiz Yığınların Gölgesinde Ya Da Toplumsalın Sonu. (O. Adanır, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Baudrillard, J. (2005). Şeytana Satılan Ruh. (O. Adanır, Çev.). Ankara: Doğu-Batı.

Baudrillard, J. (2006). Kusursuz Cinayet. (N. Sevil, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Baudrillard, J. (2010a). Sanat Komplosu: Yeni Sanat Düzeni ve Çağdaş Estetik 1. (E. Gen ve I. Ergüden, Çev.). İstanbul: İletişim.

Baudrillard, J. (2010b). Nesneler Sistemi. (O. Adanır ve A. Karamollaoğlu, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.

Baudrillard, J. (2011a). Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm. (O. Adanır, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.

Baudrillard, J. (2011b). Simülakrlar ve Simülasyon. (O. Adanır, Çev.). Ankara: Doğu Batı.

Baudrillard, J. (2011c). Çaresiz Stratejiler. (O. Adanır, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi

Baudrillard, J. (2012). Kötülüğün Şeffaflığı. (I. Ergüden, Çev.). İstanbul: Ayrıntı. 

Baudrillard, J. (2014). Cool Anılar I-II: 1980-1990. (A. Sönmezay, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Berger, J. (2012). Görme Biçimleri. (Y. Salman, Çev.). İstanbul: Metis.

Deleuze, G. (1997). Cinema 2: The Time-Image. (H. Tomlinson & R. Galeta, Trans.). Minneapolis: University of Minnesota (e-book).

Erdem, M. B. (2017). İktisadi Düşünceler Tarihine Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Gane, M. (2008). Jean Baudrillard: Radikal Belirsizlik. (A. Utku ve S. Toker, Çev.) Ankara: De Ki.

Giddens, A. (2012). Sosyoloji. (C. Güzel, Çev.) İstanbul: Kırmızı.

Gültekin, T. ve Aşkın B. (2020). “Simülasyon Teorisi, Postmodern Birey ve Tüketim Kültürü Yaklaşımlarıyla Sanat Eserlerinin İlişkisel Yorumlanması”. İdil, 9(67), 569-579.

Hançerlioğlu, O. (1989). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Pawlett, W. (2007). Jean Baudrillard. London: Routledge.

Pezzella, M. (2006). Sinemada Estetik. (F. Demir, Çev.). Ankara: Dost.

Rancière, J. (2013). Özgürleşen Seyirci. (E. B. Şaman, Çev.). İstanbul: Metis.

Toffoletti, K. (2014). Yeni bir bakışla Baudrillard. (Y. Başkavak, Çev.). İstanbul: Kolektif.